Gazi üniversitesi. Yayınlanmış bir kitabım, yazılmaya başlanmış bir kitabım ve henüz yazılmamış 18 kitabım var...
5 Eylül 2013 Perşembe
O Bilmesin...
Bazen her şey geçmiş gibi hissediyorum, bi daha acı çekmeyecekmişim gibi. Ama bazen de ölümüne yanıyor canım hala... Rabbim onun acısını alsın benim içimden, alsın ki daha fazla zarar vermesin bana. Hayatın akışına bırakılan her şey unutulmazmış zamanla, bir sene oldu. Tam bir sene... Hala geçmedi. Geçmiyor ki, bunu da artık kimse anlamıyo. Kimseye anlatamıyorum. Bana "hala mı" demelerinden çok korkuyorum, hep dua ediyorum. Sevgisi geçmesin, geçmesin de Allahım sabır versin, sustursun içimdeki bu yangını, küllendirsin bu kocaman sevgiyi. O bilmesin en azından, ağladığımı o bilmesin...
4 Ağustos 2013 Pazar
Beklemek
Her şeyden herkesten uzakta, tek başıma yaşamak istiyorum. Evden hiç çıkmamak. Susmak, avaz avaz susmak... Günler, haftalar geçmişti sana tek kelime yazmadım. Sana yazmadığım her an kalemim de sustu. Adeta senin için yazıyordum ben bugüne dek, sana yazmıyorsam kağıtların da bi anlamı yoktu. Kendimi sana karşı bu kadar sessiz bırakmamıştım ben hiç. Hiç bu kadar şaşırtmamıştım seni de kendimi de. Hiç böyle buruk buruk ağlamamıştım. Beklemek güzel, beklenen sensen eğer. Biliyorum yıllarımı alacak, bir sürü mutluluğu tepeceğim, her gün senin için ağlayacağım. Ama bekleyeceğim. Seni beklemek dünyanın en güzel şeyi çünkü. Ama en zor yanı varmışsın gibi davranmak, döneceğinden emin olmak. Seni öyle saf öyle temiz sevdim ki, ömrüme mal olsa bu bekleyiş bir gün bozmam sessizliğimi. Bir gün etmem şikayet. Sevmek umuttur zaten, bekleyiştir. Hüzündür biraz, gözyaşı. Olanla yetinmektir sevmek, fazlasını istemeden. Umut etmek sen yokken yaptığım en iyi şey. Ağlamak ve özlemek dışında. Ben derim ki fazla bekletme, yaşayacağımız onca şey varken zaman kaybetmenin anlamı yok. Birlikte çok mutlu olmak varken gözyaşı gereksiz. Gelmelisin, bekletmeden. Hem de en cesur halinle, bir daha gitmemek üzere...
19 Haziran 2013 Çarşamba
Aşklakal
Bu
son... Sana yazdığım, kalemimi elime alıp kağıtları senin için karaladığım son
kelimeler. Gidiyorum. Belki de bi hoşçakal bu bi elveda. Bunu çok görmüyorum
sana ve yaşadıklarımıza...
Bu
gece gözyaşlarımla uğurluyorum seni. İçimden taşan bu büyük aşkı çıkarıyor ve
kendimden olabildiğince uzağa fırlatıyorum. Sanki hiç olmamışsın gibi. Hiç
sevmemişim, hiç tanımamışım gibi. Korkuyorum ama yalnızlıktan değil.
Sensizlikten hiç değil. Ben benliğimi kaybetmekten korkuyorum. Delice
sevmekten, tutkuyla bağlanmaktan korkuyorum.
İşte bu yüzden gidiyorum. Sana veda etmeye
geldim say. Gözlerine baktım, ellerini tuttum ve "aşklakal" dedim
say. Dedim ya bu son...
Gidişin
Yokluğunda
yaşadığım boşluğu her gün yeniden hem de arttırarak idrak ediyorum. Onunla
yürüdüğüm tüm yolları yalnız yürüdüm bugün. Amacım daha fazla canımı yakmak
değildi aslında, dilim unuttum diye bağırırken, kalbimin yokluğunda özledim
diye nasıl çırpındığını görmekti. Ve onun çığlıklarını duydum. Kalbimin adını
nasıl haykırdığını duydum. Her geçti dediğimde kendime nasıl yalan söylediğimi,
aslında olduğu gibi durduğunu, geçmediğini, gitmediğini gördüm. Hayatım boyunca
isminin yüreğimde kalacağını gördüm. Evet hıçkıra hıçkıra ağlamıyordum belki
artık, gülümsüyordum hatta yeniden aşık olacağımı iddia ediyordum. Her gün
binlerce kez ben iyiyim diyorum. etrafımdaki herkesi kandırıyorum belki, artık
ağlamıyorum diyorum. Ama bu lanet olası anıların, acıların geçip gittiğini
göstermez. Bu onun varlığının bana şimdi bile
mutluluk veremeyeceğini göstermez. Şimdi gelse, "unuttum her şeyi,
gidişimi seni yüzüstü bırakışımı, verdiğim sözleri tutmayışımı, yaşadığımız
tüm kötü şeyleri unuttum" dese, gururuma yenik düşmem. Beni çok üzdün sen
istemiyorum diyemem... Yok sayarım tüm gözyaşlarımı...
Kafamı
kaldırdığımda gördüğüm insanların tümünde yüzünü arar oldu gözlerim. İnsanların
gülüşlerinde kahkahanı arar oldu kulaklarım. Aldığım her parfümde kokusunu, her
dokunuşta ellerini... Her şeyiyle, bütünüyle bedenim ruhum zihnim onu arar
oldu. Biliyorum ki onu sevmek kendime
işkence etmek. Biliyorum o çoktan geçmişe karıştırdı anıları. Ve muhtemelen
aklına dahi gelmiyor. Ama bunu bilmek kafamdan ona ait her şeyi silmeye yetmiyor.
Bunları bilmek onu unutmama yetmiyor. Yutkunamıyorum bazen, düğüm oluyor
boğazımda su içiyorum bardak bardak ama iyi gelmiyor. Kendime kızıyorum böyle
olduğunda, nefret ediyorum o hallerimden. O olsaydı da çok kızardı diyorum
sonra. O olsaydı kızardı bana, sonra sarılırdı sımsıkı. Hiç bırakmayacak gibi.
Öylece ömür boyu kalabilirmiş gibi.
Sonra
yeniden yokluğu geliyor aklıma, yanımda olmadığı ve hiç de olmayacağı... Bir
daha kahroluyor kalbim, ilk kez duymuş gibi gittiğini...
10 Haziran 2013 Pazartesi
Umutsuzluk
Günlerce
sevsem doyamam zannediyordum, meğer her güzel şey bir gün mutlaka bitermiş. En
çok da bunu gördüm aşklarda en çok bunu yaşadım. Hep acı çektim durdum gidenin
ardından, ama hiç akıllanmadım. Hep ağladım, hep üzüldüm fakat durulmadım.
Çünkü aşk hep ağır bastı. Her seferinde yıllarca sürecekmiş gibi geldi. Hepsi
sondu bende, hepsi sonsuzdu. Aslında hiçbiri hiç olmamıştı. Kendimi kandırmalar
da değildi bu artık, insanlar yalancıydı. En sevdiğin bile bir gün gidiyordu.
Sonsuzluk diye bir şey yoktu. Hayat bir gün sona eriyordu ne de olsa, ayrılık
ölümden önce geliyordu sadece. Her seferinde ölümü yeğlesem de
kaldıramayacağımdan daha ağır bir şey yaşamadım belki de. Hep bir yol buldum,
hep bir çıkış. Hep ayakta kalabildim, her düştüm sandığımda tutundum bi
şekilde. Şimdi ise yaşadıklarımın ağırlığı altında eziliyorum. Bu kez ayağa
kalkamayacağım diyorum. Yine her zamanki gibi umutsuzluklarla dolu olsa da her
yanım, biliyorum ki her şey bir gün son buluyor. İyi kötü, güzel çirkin.
Yaşamak istemesek de yaşıyoruz hayatta önümüze çıkan her şeyi. Bu yüzden
biliyorum bitecek bir gün. Tebessümler de yaşlar da...
8 Haziran 2013 Cumartesi
Uyanma Vakti
ismini bile bilmediğim bir adama aşıkmışım meğer. "O" sandığım, oysa yalnızca hayalimde olan bir adama. Kafamda canlandırdığım o mükemmeliyete onun karakterini yerleştirmişim yalnızca. Kendimi bir masala inandırmışım, hiç şüphe duymadan her gün inanıyormuşum. Oysa hiç olmamış. Her şey sahteymiş. Ben kendimi kandırıp durmuşum. Zaten hayatta hiçbir şey bu kadar mükemmel olamazdı ki. Hiçbir şey bu kadar sorunsuz ilerleyemezdi. Mümkün değildi bu kadar mutlu olmak. Ve yine olmadı. Her zamanki gibi sonu gözyaşı ile doluydu. Oysa biraz daha inanabilirdim bu masala. Kendimi daha çok kandırabilirdim, daha çok bağlayabilirdm ona. Ama bir kere işe yalan karışınca, tüm doğrular yitiriyor gerçekliğini. Şimdi uyanma vakti bu güzel rüyadan. Bitirme vakti inandığım, güvendiğim tüm anları. Yavaş yavaş yok olacaktır içimde. Her acı küle dönüşür zamanla. Yalandan daha çok yakamaz canını insanın. Oysa öyle çok fırsatım olmuştu ki, gerçekleri görmek için. Ama ben hep kapadım gözlerimi, inanmak istediğim şeye inandırdım kendimi. artık görebiliyorum. Farkındayım daha da. Kandırmıyorum kendimi. Ne kadar canımı yaksa da, hoşçakal gördüğüm en güzel rüya. Şimdi uyanma vakti, hoşçakal...
23 Mayıs 2013 Perşembe
Eksik Yanım
Biliyorum
beni hiç sevmeyeceksin, hiç anlamayacaksın ne yaşadığımı. Üzüleceksin yalnızca
benim için, için acıyacak çektiğim acılar karşısında bazen "keşke
sevebilseydim" diyeceksin. Ama hiç gelmeyeceksin. Hiç dindirmeyeceksin
acılarımı, bunların bu kadar farkındayken hala senin için ağlıyor olmam ne
kadar saçma ne kadar anlamsız değil mi? Biliyorum, aslında gördüğün kadar
mantıksız bi insan değilim, istediğimde düşünebiliyorum işte gördüğün gibi. Ama
her seferinde sana olan aşkım ağır basıyor, ele geçiriyor beni ve sarıyor tüm
benliğimi. Canımı yakıyor fazlasıyla. İnan ben de kurtulmak istiyorum bazen,
her şeyi atıp kendim olmak. Senden uzaklaşmak seni sevmekten vazgeçmek. Ben de
istiyorum acılarım son bulsun, mutlu olayım, yüzüm gülsün... Ama sen girdin ya hayatıma
bir kere aldın ya beni benden ben de toparlanamıyorum bir daha. İnsan hayatı
boyunca bir kez aşık olurmuş, ben de bunu yaşadım ve bir daha nasip olmayacak
biliyorum. Artık sadece duamdasın, yapabileceğim tek bir şey bile yok. Sen
benim eksik yanımsın artık hiç tamamlanmayacak...
17 Mayıs 2013 Cuma
Aynadaki Silüet
Gece yarısını geçmişti saat. Hatta belki de sabaha yaklaşıyordu yavaş yavaş. Ancak hala uyuyamamıştı. Telefonu açık müzik dinliyordu gözleri öylece tavana dikilmiş. Karanlıktı etraf ancak gözünün aşina olduğu eşyaları seçebiliyordu. Sağ tarafında koltuğu vardı tam karşısında dolabının aynası ve onun yanında da kitaplığı. Perde arka tarafında kalıyordu. Aynaya takıldı bi an gözü, bir şey kıpırdamıştı sanki. Hareket etmedi bir süre, sonra telefonuna baktı onun ışığı yanıp sönmüştü belki de. Tekrar yastığa koydu kafasını, ve tekrar belirdi aynada o karaltı. Hayır telefonu değildi, hafifçe doğruldu ve tekrar gelen o hareketle emin oldu onun başka bi şey olduğundan. Perdeye baktı önce, perdenin arkasına öyle ya, dışardan bi yansıma olabilirdi. Fakat hayır, belli aralıklarla oluyordu bu ve bilinçli bir şeydi. Evde sadece annesi vardı, ona da seslenip telaşlandırmak istemedi hemen. Huzursuz olmuştu ancak sessizce kalıp bir süre daha yattı hareketsizce. Önce müziğini kapattı, ses de geliyordu belki bilemezdi. Güldü kendi kendine fazla korku filmi izliyordu, dolaptan çıkan canavarlar, yatağın altındaki ruhlar, garip sesler ve gölgeler... Etkilenmişti işte. Gözlerini yumdu sımsıkı, bildiği birkaç duayı okudu ve uyumak istedi. Ancak o gölge buna izin vermiyordu adeta. Gözlerini açtı ve dikkatlice baktı aynaya, bir çift eldi bu. Ona el sallıyordu aslında. Gözlerini yumup tekrar açtı ve emin oldu. Korkuya kapılmıştı bu kez. Ayağa kalkmak istedi ancak buna cesareti yoktu. Hızlanmaya başladı kalp atışları. Durdu, kendi kendini telkin etti ve sakinleşmeye çalıştı. Ancak yapamıyordu, o eli orada gördükçe korkusu artıyordu. Çok sürmedi bi silüet belirdi aynada. Gözlerini kısmış ona bakıyordu. Geri çekildi, ayaklarını topladı yatağın içinde ve yorgana sarıldı sımsıkı. Annesine bağırmayı planlıyordu. Fakat silüetin aynadan çıkıp ağzını kapaması daha hızlı oldu. Bağıramıyordu, beyaz elbiseli bu ruhani şeye karşı da koyamıyordu. Ölesiye korkmuştu elbette, nefes almakta güçlük çekiyordu. Biraz debelendi, gözleri kısık bu hayalete karşı. Ancak onun yenilmez bi gücü vardı adeta. Bir kızdı o hayalet, uzun siyah saçları vardı. Küçük gözleri, göz bebekleri gözünün tamamını kaplamış gözleri. Simsiyahtı dudakları. Ve teni bembeyazdı, dudaklarına gözlerine ve saçlarına inat. Daha fazla sıktı dudaklarını artık iyice nefes alamaz olmuştu. Direnemiyordu artık güçsüz vücudu, korkudan titrerken ona karşı gelemiyordu. Bıraktı kendini, önce beyaz bi ışık gördü. Sonra bi müzik duydu az önce dinlediği şarkıydı bu. Huzurla yatağında uyurken gördü kendini, ardından bir daha açamadı gözlerini... Sabah olduğunda yatağında göz bebekleri gözünü tamamen kaplamış bi şekilde bulundu. Ve hayat boyu ölüm sebebi açıklanamadı. Aynadaki o silüeti kimse bulamadı...
15 Mayıs 2013 Çarşamba
Son "Günaydın"
İki
kutu hap almıştı. Hem de avuç avuç yutmuştu hepsini. En son hatırladığı şey
buydu. Gözünü açtığında ise bu hastane odasındaydı, hala yaşadığına
inanmıyordu. Onu kim buraya getirmişti bilmiyordu. Bir süre öylece yattı.
Ardından odaya en yakın arkadaşı Buğlem girdi. Gözleri kıpkırmızıydı ve
sevgiyle bakıyordu:
-Bitanem?
İyi misin?
-Ben
iyiyim. Kim getirdi beni buraya?
-Beril
abla getirmiş.
-Ablam
mı? O nerede şimdi?
-İyi
merak etme, dışarıda oturuyor. Uyanmanı bekliyorduk...
Ecmel
meraklandı:
-Nasıl
peki? Ablam neden gelmiş ki bana?
-Sen
aramışsın ya, hatırlamıyor musun?
-Hayır,
en son hatırladığım şey...
Sustu
Ecmel, telefonunu istedi acele acele Buğlem'den. Ne yapacağını sordu Buğlem
ancak Ecmel cevap vermedi. Onun çantasındaydı telefon, çıkarıp Ecmel'e uzattı.
Ekrana baktı, onu arayan yoktu. Kızgınlıkla Buğlem'e döndü:
-Neden
Eymen'in telefonlarını açmadınız?
-Eymen
mi aramış? Ben duymadım.
-Nasıl
duymazsın? Bak hem de kaç kez aramış!
-Ver
bakayım.
Telefonu
ona uzattı, kafasını kaldırıp hayretle baktı.
-Tatlım,
Eymen hiç aramamış ki.
-Nasıl
aramamış ya dalga mı geçiyorsun?
Durdu
Buğlem, düşündü telefonda hiç cevapsız yoktu. Eski de olamazdı. Eymen ile Ecmel
ayrılalı aylar olmuştu, bir seneye yaklaşmıştı. Eski cevapsızları şimdi görecek
hali yoktu ya! Neler oluyordu Ecmel'e? Görmek istediğin görmüştü galiba, hiçbir
şey demedi.
-Ecmel,
neden yaptın bunu?
-Çünkü
Eymen aradı, kavga ettik onunla. Yurt dışına gideceğim çalışmaya dedi.
Şirketten teklif gelmişmiş. Oysa daha yeni evlenme teklifi etmişti bana. Nasıl
bırakıp gidecekti şimdi?
-Ecmel
iyi misin? Ne evlenme teklifi ne araması ne kavgası? Eymen seni terk edeli
aylar oldu. Her şeye yeniden mi başlıyoruz? Bunu atlattığını düşünüyordum.
Omuz
silkti Ecmel. Umursamıyordu Buğlem,
kıskanıyordu bile belki onu. Bu sırada Buğlem dışarı çıktı. Beril'i buldu ve
olanı biteni ona anlattı. O ablasıydı ne de olsa, daha iyi anlayabilirdi.
-Buğlem,
Ecmel günlerdir evden çıkmıyormuş. İşe de gitmiyormuş, ben bunalım halleri diye
üstüne gitmedim. Siz de görüşmediniz mi?
-Hayır
abla, biraz kafa dinlemek istediğini söyledi. Ben de toparladığını düşündüm
açıkçası.
-Bunları
kafasında kurmuş olabilir mi?
O
sırada koşa koşa odadan çıktı Ecmel, telefon elindeydi. Gülüyordu, kahkahalarla
gülüyordu. Buğlem de Beril de koşup onu kucakladılar, ne olduğunu sordular.
Telefonu uzattı "Eymen beni çağırıyor, neden hastalandın diye dalga
geçiyor şuna bir şey deyin" dedi. Beril aldı telefonu ve santralin sesini
duydu "aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor..."
Gözleri
doldu Beril'in, sarıldı kardeşine ve odasına götürdü yavaşça. Yatırdı ve
hıçkırıklarını dinledi. "Eymen gelecek, gelecek biliyorum" diyordu
kardeşi...
Sessizce
çıktı odadan kapıyı kapattı ve çöktü öylece olduğu yere. Aklını yitirmişti
kardeşi, bir aşk uğruna aklını yitirmişti... Sadece 2 ay önce babalarını
kaybetmişlerdi. Ecmel o sırada Eymen'in yanında olmasını çok istemişti fakat
ulaşamamışlardı Eymen'e. Yurt dışına gitmişti o çünkü. Ecmel'i de bu yüzden
bırakmıştı. Kimse ulaşamıyordu ona. Aylarca çektiği o acıyı babasının acısına
katıp yeniden yaşamıştı kardeşi. Zor olacağını biliyordu, 3 senelik bir ilişki
Ecmel'in her şeyini bağladığı o ilişki birdenbire bitmişti. İlk başta oldukça
güçlüydü ancak zaman geçtikçe kötüleşmeye başladı. Herkesi iyi olduğuna
inandırdığı anda da intihara kalkıştı. Derin düşüncelere dalmışken Buğlem geldi
yanına, sarıldı ona sımsıkı. "Ecmel iyi değil, hiç iyi değil" diye
fısıldadı hıçkırıklarının arasından...
Saatler
geçti, sabah olmak üzereydi. Buğlem tekrar girdi Ecmel'in odasına, uyuyordu. Öyle
masum öyle güzel görünüyordu ki. Saçlarını okşadı en yakın arkadaşının, güzel
yüzünü seyretti uzun uzun. Sonra çıkmak üzereyken uyandı Ecmel.
"Eymen!" dedi heyecanla. Buğlem gözleri dolu dolu döndü arkadaşına,
"ben buradayım meleğim" dedi.
"Eymen
geldi mi?"
Zor
tutuyordu gözbebeklerindeki yaşları Buğlem. "Gelmedi Ecmel, Eymen
gelmeyecek" diye çıkıştı. Birilerinin ona gerçeği göstermesi gerekiyordu
artık. Çocukluktu bu yaptığı, onları görmezden geliyordu. Sustu Ecmel, uzun
uzun daldı uzaklara. Sonra dudaklarından birkaç cümle döküldü.
-Ben
ölüyordum, o hapları yuttum sonra ölmeye yattım. Bir daha asla nefes
alamayacağımı düşünüyordum. Sonra bir ses duydum. Onun sesi, "kalk
sevdiğim" dedi bana. "Kalk ve iyileş, sana bir şey olmasın"
Eymen'di bu. Önce hayal görüyorum sandım, sonra elini uzattı bana,
"git" dedi, "buralar sana göre değil" ardından telefonu
alıp birini aradı, ama hiç konuşmadı sonra da uzaklaştı. Beni o kurtardı, o
yüzden biliyorum ki gelecek.
Buğlem
dinleyemedi daha fazla, koridora çıkıp Eymen'i aradı. Fakat telefonu kapalıydı,
Eymen'in yakın arkadaşlarından Can'ın numarasını buldu Ecmel'in telefonundan.
Onu aradı ardından, uzun çalışlar sonucu açıldı telefon.
-Can?
-Efendim?
-Buğlem
ben, Ecmel'in arkadaşı. Eymen nerede? Ecmel hiç iyi değil, hastanedeyiz.
-Buğlem,
Eymen...
-Nolmuş
Eymen'e?
-Buğlem
Eymen'i kaybettik biz. 4 gün oldu, duymadınız mı? Zaten hastaydı o, uzun
zamandır uğraşıyordu. Gerçi Ecmel'in duymasını istememişti, yurt dışında
biliyordunuz değil mi?
-Ben
ben bunu bilmiyordum, tamam tamam sağol. Başımız sağolsun...
-Sağolasın...
Buğlem
ne yapacağını bilmiyordu. Bu nasıl olurdu, bunu nasıl anlatırdı Ecmel'e, nasıl
açıklardı? Eymen bunu nasıl yapmıştı, nasıl saklamıştı aklı almıyordu.
İlişkinin sebepsiz bitişi de ortaya çıkmıştı aslında. Şimdi anlıyordu, "buralar sana göre
değil" cümlesini bile... Aslında Ecmel rüya görmemişti, belki de gerçekten
görünmüştü Eymen ona. Veda edemeden gittiği için... İyice saçmaladığını düşündü
ardından. Sonra da bunu Ecmel'e şimdi söylememeye karar verdi. Daha kötü
olabilirdi. O bunlarla boğuşurken Beril de çıkış işlemlerini halletmişti.
Birkaç saat içinde çıktılar hastaneden. Bildiklerini söylemedi Beril'e de
Ecmel'e de... Ecmel'i yatırdılar ve
ikisi de uykuya daldılar. Ecmel uyuyamıyordu, çok sürmedi Eymen'i geldi
yeniden. Ve onu olduğu yere çağırdı, kalktı Ecmel. Sessizce çıktı kapıdan,
terliklerle yürüdü bir süre. Mezarlığın kapısındaydı. Gülümsüyordu, ağır
adımlarla Eymen'in mezarını buldu. Başına oturdu ve konuşmaya başladı:
-Aslında
ben gittiğin günden beri geleceğini biliyordum, bana inanmadı kimse ama ben
hissediyordum. Sen hiç gitmemiştin ki, sadece onlar öyle görüyordu. Biliyorum
ben kıskanıyorlardı bizi. Hiç mutlu olmamı istemediler ki, hepsi kötü onların
Eymen'im. Bak ben sana geldim, kimseyi dinlemedim. Seni seyrettim, inandım ve
peşinden geldim. Sen de beni onlara bırakma, yalnız bırakma. Al yanına... Al
nolur...
Ağlıyordu
Ecmel, sanki bi uykudan uyanmıştı. Anlamıştı sanki Eymen'in yokluğunu, hiç
uyanmayacağı uykusunu görmüştü.
O
sırada evde Beril uyanmıştı ve Ecmel'e bakmak istedi, fakat Ecmel yatağında
yoktu. Koşa koşa Buğlem'e gitti:
-Buğlem
kalk, kalk nolur Ecmel yok!
-Nasıl
yok nereye gitmiş?
-Bilmiyorum
ablam bilmiyorum.
Durdu
Buğlem, anlamıştı Ecmel'in yaptığı şeyi.
-Abla
ben onu alıp geleceğim bekle sen.
-Dur
nereye ben de geliyorum!
Dinlemedi
Beril'i, koşa koşa çıktı evden taksiye bindi ve mezarlığın kapısında indi.
İçeri girdi koşarak. Oradaydı işte, orada öylece oturuyordu. Sarıp sarmaladı
arkadaşını, konuşmaya çalıştı ama nafile. Uykudan uyanmıştı Ecmel adeta.
Kızgındı Buğlem'e, sakladığını biliyor gibi kızgındı. Kucaklayıp eve götürdü.
Ardından oturup Beril'e her şeyi anlattı. Beril de oldukça şaşırmış ve
üzülmüştü elbet. Ancak ikisi de Ecmel'in bunu nerden bildiğini anlayamadılar.
Kapıları kilitlediler ve yeniden uykuya daldılar.
Kağıt
ve kalem aldı Ecmel. Her şeyi yazıp bitirecekti. Cümlesine şöyle başladı,
"Gücüm yoktu elveda demeye, ben de yazmak istedim. Affedin beni ama ben
sevdiğim erkeğin yanına gidiyorum. Hem o beni çok seviyor korur da merak
etmeyin. Zaten ben nefes almıyorum ki onsuz, hep gelecek dedim inanmadınız,
geldi işte. Beni almaya geldi, birlikte gidiyoruz. Bu kez yalnız bırakmayacağım
onu. Hiç ağlamayacağım. O beni ağlatmaz."
Ardından
bir kağıt daha aldı eline, "Günaydın sevdiğim. Uyanılmaz o uykudan uyanıp
bana geldin. Biliyorum bana gelme demiştin, buralar sana göre değil demiştin
ama ben sensiz yapamadım ki. Bu kez dinlemedim sözünü. Günaydım bitanem, zor
biliyorum bana gel demek. Ama ben seni çok seviyorum ve kimseyi dinlemeyeceğim.
Daha önce başaramadım ama bu kez geleceğim sevdiğim. Engelim yok artık çünkü
seni gördüm ben. Sen de beni affet bunu daha önce yapmadığım için. Ve bekle
beni, hep bekle..."
Bu
mektuplar onun psikolojisini de halini de anlatıyordu açıkça. 4 gün önce Eymen
öldüğünde Ecmel'e ortak arkadaşlarından biri pot kırmıştı. Bilmiyordu durumu,
sonra da her şeyi anlatmak zorunda kalmıştı. 4 gündür gidiyordu o mezara Ecmel.
Biliyordu sevdiğinin öldüğünü, ancak kabullenememişti ve hayaller görmeye
başlamıştı. Gitgide kötüye giden durumu onu ölüme sürüklemişti...
Sabah
uyandıklarında Beril ve Buğlem, Ecmel'in kesilmiş kanlı bilekleriyle
karşılaştılar. Her taraf kandı. O yazdığı mektup bile, biraz Eymen'in biraz Ecmel'in...
8 Nisan 2013 Pazartesi
Kurtuluş
Evet, ölümü ilk kez bu kadar yakınımda hissediyordum. Çok ömrüm kalmamıştı zaten onu da en sevdiğim şeyleri yaparak geçirmek istiyordum. Onlardan en ağır basanı Onun yanında olmak olsa da, bu asla gerçek olmayacaktı biliyordum. Ama gülümsüyordum acıma artık. Tedavi olmayı reddetmiştim, Onun da tüm ısrarlarına rağmen. İyi olmamı istiyordu elbet, hayatında olmamı istemese de. O kadar kötü biri olamamıştı hiçbir zaman. Hep iyi yürekliydi o... Tedaviyi en çok reddetmemin sebebi ise saçlarımdı. Kemoterapi, saçlarımı dökecekti. Onun o çok sevdiği saçlarım yerinde olmayacaktı. Ve bu bana katlanılmaz geliyordu. Sırf bu yüzden ölümü bu kadar yakınıma çağırmıştım. Verdiğim kilolar herkesin gözündeydi elbette, ama kimseye detay vermiyordum ben. O'na da söylemiyordum bu kadar kötü olduğumu, ağrılarım olduğunda sessizce ağlıyor, hiç isyan etmiyordum. Tedavi ile 5 yıla çıkarılıyordu yaşam süresi. Bense o kalan 4 yılımı tepmiş, birkaç ay içinde onu istemiştim. Zoruma gitmiyordu, benim gücüm yoktu. Aylardır öyle şeyler yaşıyordum ki, zaten oldukça yorulmuştum. Bir de bu acılara katlanamazdım. Bu yüzden böylesine huzura vermiştim kendimi... Onun gelmediği her gün ölmüştüm azar azar zaten, şimdi hepten kurtuluyordum işte Onsuzluktan...
Yoruldum...
Yoruldum uzun uzun cümleler kurmaktan, yüklemini yazarken öznesini unuttuğum cümleler bitirdi beni. Anlamlandıramıyorum artık hiçbir şeyi. Hayatımı bir kelimeye bağlamak istiyorum, tek bir kelimeyle yaşamak. Çevremdeki hiçbir insanı anlamamalıyım artık,kimseyle aynı dili konuşmamalıyım. Umrumda olmamalı kimse ve umrunda olmamalıyım kimsenin. Biraz daha "ben" olmalıyım. Yoruldum ifade etmekten kendimi. Kimseye "neden?" dememeliyim ve "çünkü" ile başlamamalı hiçbir cümlem. Susmalıyım artık, konuştuğumda kaybettiğim her şeye inat ve ölümüne yazmalıyım. Kalemimi hiç tüketmeden, bıkmadan yazmalıyım. Tek kelime ile konuşmalı, milyonlarcasını kalemimde tutmalıyım...
O Gittiğinde...
Bir gün biri gelir, mutluluğunu, sevgisini, sadakatini verir size. Her şeyi beraberinde getirir. Hiçbir şey yapmadan seyredersiniz. Öylece gelişini hayatınıza ve oturuşunu baş köşenize. Belki bazen engel olmayı da düşünürsünüz. Ama ya bu mümkün değildir o an ya da yalnızca düşünce olarak kaybolup gider benliğinizde. İstediğiniz pek çok şeyi yapamazsınız o varken. Ölümüne korkarsınız ona kapılmaktan, kendinize gem vurmayı istersiniz ama öyle bir şeydir ki yaşattığı sanki bu dünyanın sonu olurmuş gibi düşündürür size. Öyle güzeldir işte her şey, öyle mükemmel… Ondan önce yaşamadığınızı, gülmediğinizi, hayattan hiç tat alamadığınızı düşünürsünüz. Bunları size yapan hep O’dur. Öylesine safça inandırıp güvendiren, öylesine delice sevdiren. Hayatınıza bin kat daha anlam katan, yüzünüzdeki tebessümün tek sebebi. Hatta öyle ki bazen nefes alma sebebi… Sonra bir gün, geldiği gibi sessizce, size söyleyecek söz bırakmadan, içinizi acıta acıta, bağırmak istediğinizde susturarak, öldüresiye bir sebepsizlikle çekip gider. O hayatın nasıl devam edeceğini, sizin bir daha o hayatta nasıl yaşayacağınızı düşünmeden. İçi bir gram sızlamadan, arkasını dönüp gider. Ve siz ondan geriye kalanlarla nefes almaya çalışırsınız, hayatınız devam ettikçe çabalar durursunuz; ta ki en dibe vuruncaya dek…
4 Nisan 2013 Perşembe
Ebedi Uyku
20
yaşındaydım henüz, öylesine gençtim ki bu acılar için. Bu ağrılar, bu hastalık
için. Önemsemiyordum, her zamanki karın ağrılarım deyip geçiştiriyordum çoğu
zaman. Oysa normal değildi bu, tabii dışım öylesine mutlu öylesine umut doluydu
ki konduramıyordu kimse bu durumu bana. Nihayet ağrılar dayanılmaz bir hal
aldığında doktora gitmeye karar verdim. Hem çevremden gelen baskılara da
dayanamıyordum artık. Yine o umursamaz tavrımla gittim hastaneye, ilk gün
yalnızca muayene oldum ve birkaç test istendi. O güne yetişmediler, ertesi güne
kaldı her şeyim. Yeniden buralara geleceğim için söylene söylene okula
yöneldim. Arkadaşlarım sonuçları soruyordu hepsiyle dalga geçercesine cevaplar
veriyordum. Ertesi gün, günlerden çarşambaydı. Öğlen uyanıp yeniden hastaneye
yollandım. Testlerimi yaptırıp ultrasonumu çektirdikten sonra sonuçlar için
beklemeye başladım. Kesinlikle bir şeyim olmadığından emindim. Bir saat içinde
sonuçlarım çıktı ve kağıtları alıp doktorun odasına yöneldim. Kapısı çalıp
içeri girdim, çok tatlı bayan bi doktor ilgilenmişti benimle. Ağrılarıma çözüm
bulacağını söylemiş, açıkçası o da kötü bi şey olmadığından emin konuşmuştu.
Kağıtları aldı ve birkaç dakika sessizce inceledi. Sonra suratında acı bir
ifadeyle başını kaldırdı ve yaşımı sordu. Söylediğimde hafifçe gözleri doldu,
ardından bekar olduğumu teyit etti. Anlam verememiştim elbette. Ve sonra bir
test daha istediğini söyledi. Neden olduğunu sorduğumda emin olmak istediğini
söyledi. Neyden bahsettiğini hiç anlamamıştım. Neden emin olmak istiyordu ki?
Sorar gibi yüzüne baktım. Ayağa kalktı ve ağır adımlarla bana yaklaştı,
masasının önündeki koltuğa oturmamı istedi ve o da karşıma oturdu.
-Bak
güzelim, yumurtalıklarında kist varmış sanırım.
-Evet,
ama vücudumun kendi kendine erittiğini söylemişlerdi.
-Sanırım
tam öyle olmamış o, o kist şu an bi kitleye dönüşmüş ve pek iyi durumda
görünmüyor.
-Nasıl
yani?
-Ameliyat
gerekebilir.
Hafifçe
gülümsedim, daha önce yaşadığım bi durumdu.
-Olabilirim.
dedim.
-Ama
bi şey daha var.
-Neymiş
o?
-Eğer
ameliyat olursan...
-Evet?
-Ameliyat
olursan, çocuk sahibi olamayabilirsin. Oysa sen daha çok genç, çok küçüksün.
Yani önünde uzun yıllar var evlenip yuva kuracak evlat sahibi olacaksın.
-Tamam
da, olmazsam ne olur onu söyleyin bana?
-Eğer
ameliyat olmayı kabul etmezsen, bu kitle tam anlamıyla kansere dönüşecek ve
seni günden güne eritecek...
İki
damla gözyaşı süzüldü yanaklarıma. Nefesim düğümlenmişti. Konuşamıyordum,
susamıyordum bile. Bağırmak istiyordum şu an, ama onu bile yapamıyordum. Karşımdaki doktorun ifadesini anlatamazdım,
oysa beni hiç tanımıyordu o.
-Ne
yapmayı düşünüyorsun? diye sordu yeniden.
-Gitmek
istiyorum. dedim ve odadan çıktım.
Kendimi
zor attım dışarı, insanların hiçbirini duymuyordum, hepsi birer uğultu gibi
geliyordu bana. Ağlaya ağlaya yürümeye başladım. Ne yapacaktım ben şimdi? Nasıl bir karardı
bu? Ya geleceğimden, evladımdan vazgeçecektim ya da hayatımdan. Telefonum
aralıksız çalıyordu, eğer bir süre daha açmazsam kötü bir şey olmadığına inanmayacaklardı.
Sesimi olabildiğince düzgün çıkarmaya çalışarak telefonu açtım.
-Canım
ne oldu n'aptın, çıktı mı sonuçlar? diyordu telefondaki ses, bu en yakın
arkadaşımdı.
-İyi
canım iyi, merak etme. Şimdi çıktım doktorun yanından, ilaç verdi yok bi
sıkıntım.
-Ohh,
çok sevindim canım ya. Okula geleceksin değil mi?
-Geleceğim
canım, derste görüşürüz.
Ve
kapattım telefonu ardından. Daha fazla rol yapamazdım... Hıçkırarak ağlarken
amaçsızca yürüyordum. Bir ara derin bir nefes alıp otobüse binmem gerektiğini
düşündüm. Biraz bekledim ve gelen otobüse bindim. Dersim iki saat sonraydı bira
toparlanıp öyle geçmeliydim okula. Sonra 'O' geldi aklıma. Belki de onu son kez
görme isteğiyle yandı içim. Ölüme öyle yakın bulmuştum ki kendimi, hemen ona
koşmak istedim... Tepkisi umurumda değildi. O beni aylar önce bırakıp gitmişti
ve ben aylardır onun acısını çekiyordum. Görmeyeli de çok uzun zaman olmuştu.
Adını zikretmiyordum ne zamandır evet, ama içim hala alev alevdi. Tek bir
resmi, alakasız bir konuda geçen adı hatta bazen dolmuşta, yolda aldığım
kokusu. Her şey yetebiliyordu onu hatırlamama. Daha fazla düşünmedim, ve onun
evine en yakın yerde indim otobüsten. Ardından ağır ağır mahallesine girdim. Bu
saatte evde olmama ihtimali oldukça yüksekti. Ne olursa olsun bunu
deneyecektim. Apartmanın önüne geldikten sonra durdum, tekrar düşündüm. Bunu
ona yapmaya ne hakkım vardı? Hiç sevmediği bir insana yalnızca hasta diye
iyilik yapamazdı ya. Ona son kez sarılmak istemem daha ağır basıyordu oysa.
Titreye titreye zile gitti sol elim. Ardından onun seni:
-Kim
o?
Yutkundum
ve sessizce kaldım, ben geldim diyemezdim. Sen kimsin derdi, ne derdim ben o
halde? İkilemedi cümlesini. Kapıyı açtı, ağır ağır içeri girdim ve ardından
karşı karşıya geldik. Öyle şaşkındı ki, kızgınlığını bile bastırmıştı. Başımı
önüme eğdim hiçbir şey söylemeden duruyordum öylece.
-Ne
oldu? dedi o ruhsuz ses tonuyla.
-Hiç,
hiçbir şey dedim.
-İyi
misin? diye sordu, halime bakıp.
-Değilim...
Hiç iyi değilim. Ben seni son kez görmek için geldim.
-Bıktım
senin son kezlerinden ben.
-Bu
kez, istesem de tekrarı olmaz merak etme. Rahatsız ettiysem özür dilerim.
Sadece seni görmek istedim ben.
Ve
ardından arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan seslendi ama dönmedim. Onu
son görüşümdü işte her şey bitmişti. Koşa koşa oradan uzaklaştım. Ve saatlerce
bi yerde oturup ağladım. Amaçsızca yürüdüm, acı çektim durdum. Kararımı
vermiştim. Benim çocuklarımın babası o olmayacaksa, ben de aile falan
kurmayacaktım. Kızgınlıkla değil, oldukça mantıkla verilmiş bi karardı. Hem onu
kurtaracaktım kendimden, hem kendimi bu acılardan. Telefonumu kapattım. Ameliyat falan
olmayacaktım. Eve yöneldim. Anneme bi açıklama yapmam gerekiyordu. Olduğu gibi
anlatamazdım elbette. Bitmek bilmeyen yol sonunda evdeydim. Anneme kısa bir
açıklama yaptım, doktorun ilaç verdiğini iyi olduğumu falan söyledim. Kimseye
bir şey söylemeyecektim. Sonra da yatıp sabaha kadar uyudum. Bu şekilde günler,
haftalar, aylar geçirdim. Arkadaşlarıma hiçbir şey söylemiyordum, aileme de
öyle. Gülümsemeye çalışıyor, iyi görünüyordum. Ancak günden güne fazlasıyla kilo
kaybettim. Sorular bunalmıştım artık, herkes aşk acısı çektiğimi düşünüyordu.
O'nun ise benden hiç haberi olmadı. Bir daha karşısına çıkmadım. Bir gece,
ağrılarımın dayanılmaz olduğu bir gece ölümü yanı başımda hissettim. Ve oturup
ona sayfalarca yazı yazdım. Her şeyi anlattım, içimi döktüm. Ve içimdeki o
rahatlıkla, o boşlukla, o huzurla derin bir uykuya daldım. Bir daha
uyanamayacağım o ebedi uykuya...
2 Nisan 2013 Salı
Şükür...
ölümcül bir hastalık gibi kanımda dolaşıyordu adın. her an ölümün kokusunu soğukluğunu hissediyordum. her an kapımı çalacakmış azrail, alıverecekmiş canımı gibi bekliyordum. parça parça oluşum, bu denli kırılışım daha ne kadar tutardı beni ayakta? daha ne kadar rol yaptırırdı? işte bunu anlamak için zamana değil yokluğuna ihtiyacım vardı. teşekkür ettim her saniye gidişine ve sana. varlığına da yokluğuna da şükürler olsun yar. adına da sana da binlerce şükür. beni her gün biraz daha azaltsa da, şikayet edemeyeceğim tek şeydir...
19 Mart 2013 Salı
ölümün tanıdık yüzü
Herkes ölür bir kere, Azrail gelmeden önce. Bir kere yaşar o yitikliği, yaşatırlar. Aslında kaybedenler ilk defa tatmaz ölümü tamamen göçüp gittiklerinde. Mutlaka öncesi vardır, onu öldüren bi insan, bi acı mutlaka vardır. O yüzden ölüme soğuk diyemezler onlar, bilirler çünkü verebileceği acıyı...
18 Mart 2013 Pazartesi
Gidenlere...
Kimi sevdiysem gitti, kime değer verdiysem kaybettim. Hep çok seviyorum dediklerim yaktı canımı, akıttı gözyaşımı. Hep o gitmez dediklerim vurdu sırtımdan. En çok da onlar gitti, acının dibine vurup gitti, boğazımda bir düğüm bırakıp gitti. Nefes alma Arzu dercesine ağır laflar söyleyip gitti. Helaldir hakkım gidenlere. Ben onları çok sevdiğim için kaybettim, varsın mutlu olsunlar benden uzakta. Gülsünler şen kahkahalarla. Çünkü benden bir parçaydı o gidenler hep, bana aittiler aslında. Çünkü bendi o gidenler, hepsi bir başkası olarak gözüken koca bir bendiler. Her gidenle biraz daha azaldım ben. Yok oluyorum evet, helal olsun size gidenler, beni gide gide bitirdiniz. Helal olsun...
17 Mart 2013 Pazar
Hüzün
Mutluluğu yazamadım hiç, kalemim onu hiç tarif edemedi. Nasip olmadı, bırakmadılar ki... Hep hüzün doluydu kelimelerim, her harfte başka bir acı yaşıyordu. Çünkü her gelen gitti, yeni bir yarımlık bırakıp gitti üstelik. Bu hiç kolay değildi elbet. Toparlanamadı cümlelerim. İyi olamadı hiç. Aşkı tanımadan önce sadece uzaylıları yazardım oysa, bir de vampirleri. Karanlığı soğuğu. Aslında bilmeden yine mutsuzluğu. Hüzün kalır insanın içinde, öyle yerleşir ki onu kağıtlara döke döke bitiremezsin...
Ağır geliyor!
Tamam, sevmek zorunda değilsin biliyorum ama daha fazla yakma canımı. Kaldıramam hepsini. Beni sevmemen, istememen yeterince üzerken daha fazlasını yaşatma lütfen. Saygılı ol biraz, ben seni uzaktan da sevebilirim böyle; hiçbir şey beklemeden, asla olmayacağını bilerek, biz diye bir şeyin olmadığını anlayarak. Gerekirse başkasıyla olmana bile dayanırım. Unuttum derim her sorana. Artık ismini bile duymak istemiyorum derim, sanki doğruymuş gibi. Seni beynimden atmak için elimden geleni yaparım yani. Şifremi değiştiririm. Duvar kağıdımdaki, bilgisayarımdaki resimlerini silerim. Seni hatırlatan şarkıları dinlemem ama unutmamı bekleme. Kolay mı sanıyorsun? Ben istemedim mi sanki? Birden hayatıma girip kendini bağladıktan sonra hızla çıkan birini unutmak öyle kolay değil. Canımı ne kadar yaktığını, farkında olmadan yaşattıklarını tahmin bile edemezsin. Ama seni çok seviyorum; canımı en çok yakan, beni sevmeyen, her gün onun için ağladığımı bilmeyen, kolayca bitti diyebilen, arkasında yarım bıraktığı insanı görmeyen, hatta bunları bile okumayacak insan.
Bir hayal...
Bir hayal kurmak istedim yüreğimin içinde sana ve bana. .bize… bize derken olmamışlığın çaresizliği yaralasa da ruhumun derinliklerini biz olamamanın ıstırabını yaşasam da biz dedim hep biz olmanın kutsallığına inanarak bir gün bizi biz yapacak o kehanet gerçekleşsin diye bekledim durdum. beklide çaresizliğin bekleyişiydi. Ama bekledim… hani uzaktan birinin gelmesini beklersin gelmeyeceğini bile bile onu beklemek bile insana umut verir yüreğindeki hayale bir tuğla daha koyarsın bitmesini umarak… hep amansız bir rüzgar vurdu geçti hayalimin duvarlarına adının sen olduğu acımasız fırtınalar esti yüreğimde. Her düşenin yerine yenilerini koydum bir gün silip süpüreceğini bilerek. Bilemedim ki altında kalıp ezileceğimi bir gün. Ezildim hayallerimin altında çaresizce… bir varmış bir yokmuş masalı kötü sonla bitmezdi aslında hep iyi bitirirdim küçücük yüreklere umut aşılamak adına gözlerindeki o pırıltıyı görmek adına… kendime mutlu son diyemedim sanırım kendimi kandırabilecek kadar küçük değildim. Keşke hayallerim renkli bilyeler kadar küçük olsaydı diye umdum geçmişimde kendimi bularak… bilyelerin pırıltısıyla aydınlansa yüreğim diye kapattım gözlerimi. Karşımda bilyelerim yerine keskin bir çift göz böldü geçmişimi. Artık ne geçmişteyim ne gelecekte. Ne olduğunu bilmediğim bir yerdeyim ne sendeyim ne kendimde… sanırım o boşluğun içindeyim…
Aşk acıtır
Akşam olmak üzereydi, düşüncelerim yeniden sarmıştı her yanımı. Yorulmuştum artık, günlerdir bunu düşünmekten bir çözüm bulamamaktan, bulup da cesaret edememekten... Ne zaman "kurtuldum" desem lanet olası bir anı yeniden her şeyi canlandırıyordu başımda. Ve yeniden esir alıyordu beni. Artık yataktan çıkmalıydım, günlerdir böyle zehir ediyordum her günümü. Bu acıyla bir ömür yaşayamazdım ya! O başka biriyle gününü gün ederken ben burada kendimi yiyip bitiremezdim, ama artık mutlu da olamazdım. Peki ben mutlu olmayacaksam o neden mutluydu! Hemen ayağa kalktım, dolabımı karıştırıp elime ilk gelen şeyi üzerime geçirdim. Arabanın anahtarını ve cüzdanımı alıp evden çıktım. Otoparka indim ve arabama yöneldim. Kapıyı açar açmaz o lanet kutuyu gördüm koltukta. Her şeyi bitiren o kutuyu. İçinde 4 yıldır Oktay'a aldığım hediyeler vardı, onda olan tüm eşyalarım. O sürtüğe aşık olduğu gün getirmişti bu kutuyu bana. Getirmiş, yüzüme uzun uzun bakmış kutuyu vermiş ve üzgün olduğunu söyleyip çekip gitmişti.Ben de öylece arabada bırakmıştım, zaten evin her yeri onunla doluydu bir de bunu çıkarıp anıları yeniden canlandırıp kendimi daha fazla üzemezdim. Yeteri kadar üzüldüğüme emindim. Onu çok seviyordum. 4 yıldır kendimi ona adamıştım resmen ve o ansızın gitmişti. Bilmediğimi zannediyordu, ama son 3 aydır hareketleri fazlasıyla değişmişti. Ben de araştırıp öğrenmiştim. Oktay, Seda ile görüşüyordu. Dünyam başıma yıkılmıştı... Seda ile yeni tanışmıştık zaten, birkaç kez arkadaş ortamlarında biraraya gelmiştik. Demek ilk seferde Oktay'ın aklına girmişti. Ama bunu yaparken benim Oktay'a olan tutkulu aşkımı göz önünde bulundurmamıştı! Seda'nın nerede çalıştığını biliyordum, iş yerine çevirdim rotamı. Eminim bir süre sonra çıkacaktı. Kapının önünde durup beklemeye başladım. Kısa bir bekleyişin ardından onu gördüm. Sarışındı, küt ve havalı saçları vardı. Kısa boyluydu fakat dizlerinin çok çok üstünde giydiği etek onu uzun bacaklı gösteriyordu. Onu kıskanıyordum, ondan nefret ediyordum ve onu Oktay'la aramızdan çekmeliydim. Arabayı çalıştırdım ve ona doğru yöneldim. Durduğumu görünce dönüp baktı, camı indirdim ve eğildim. -Seda biraz konuşabilir miyiz?-Konuşacak ne var?-Bak eminim bana açıklaman gereken şeyler vardır, sonuçta ben Oktay'ın 4 yıllık kız arkadaşıyım.-Eski canım, eski kız arkadaşısın.-Herneyse! Konuşabilir miyiz?-Pekala. Bu kadar saf olacağını düşünmemiştim. Arabaya bindi, bana döndü ve:-Seni dinliyorum. dedi.-Biraz uzaklaşalım buradan dedim ve arabayı çalıştırdım. İrkildiğini fark etmiştim ve çaresizliği hoşuma gidiyordu. Olabildiğince tenha bi yer kestirdim gözüme. Seda çırpınmaya başlamıştı ki arabayı durdurdum ve ona döndüm:-Sakin ol! -Ne işimiz var burada? Elini çantasına attı ve telefonunu çıkardı. Elimi ona doğru uzattım ve telefonu elinden aldım. Kapıya yöneldi ve ben kapıları da kilitledim. Reflekslerime güvenirdim her zaman. Sakinleşti çaresizliğinden ve tekrar yüzüme baktı:-Ne yapıyorsun? Buradan hiç çıkmayacak mıyım sanki?-İnan sana çok başka planlar uygulamak isterdim ama buna ne vaktim var ne de yerim. O yüzden bununla idare et olur mu?-Ne diyosun sen?Çantamı açtım ve silahımı çıkardım, susturucuları her zaman sevmiştim. Namluyu ona doğrulttum ve çırpınışını izledim. -Hadi ağla! diye bağırdım. -Manyaksın sen! diyordu, başka kelime bilmiyormuş gibi. Zaten aptal olduğunu anlamıştım. -Herneyse, keşke Oktay'ı benden alacak cesaretin olmasaydı. -O beni seviyor, beni öldürdüğünde bu değişmeyecek bunu anla artık o bana ait!-En azından denemeliyim.Beni kışkırtıyordu resmen! Emniyetim açıktı zaten, sağ gözümü kısıp onun küçük beynine ateş ettim! Zafer benimdi! Onun o lanet olası kafası dağılmıştı işte! Ahh kahretsin, arabamı kirletmişti. Hemen kapıyı açıp ona bir tekme savurdum. Yerdeydi işte, pislik hakettiğini bulmuştu. Ardından arabayı tekrar çalıştırdım ellerim ve yüzüm kan içindeydi. Oktay'ın evine yöneldim bu kez, ona aramızdaki engeli kaldırdığımı söyleyecektim heyecanlıydım fazlasıyla. Arabayı Oktay'ın otoparkına park edip, ellerimi ve yüzümü ıslak mendil ile sildim. Elime o lanet kutuyu aldım ve arabadan indim. Camında son kez kendime baktım, Seda'nın son halinden oldukça güzel görünüyordum. Yukarı çıktım ve Oktay'ın kapısının önünde durdum. Zile basmak için bir süre bekledim, ardından aklıma silahım geldi. Çantamda olduğunu kontrol etmek amacıyla elimi çantama attım, evet oradaydı. Umarım ona ihtiyacım olmazdı. Kapıya vurdum ağır ağır, içerden gelen ayak seslerini duyabiliyordum. Kalbim ağzımda atıyordu resmen, kapı açıldı ve karşımdaydı işte. Sorar gibi gözlerime bakıyordu. Cevap vermeden içeri yöneldim. Girdim ve salonun ortasında durdum:-Oktay?-Ne işin var burada?-Sana söylemem gereken şeyler var aşkım. Artık o sürtük aramıza giremeyecek. Beni 4 yıl nasıl sevdiysen yine öyle çok seveceksin.-Ne diyorsun sen? Neyden bahsediyorsun? Ayrıca bana aşkım deme, kabullen artık olur mu Seda var hayatımda.-Seda hayatta değil ki senin hayatında olsun!O anda gözleri üzerime çevrildi, sanırım kan lekelerini fark etmişti. Gözbebekleri büyüdü ve bağırmaya başladı:-Defol git buradan defol manyak! Korkuyordu demek! Kutuyu ona doğru uzattım:-Bak aşkım, bak bunlar sana aldığım hediyeler, bak burada seni ne çok sevdiğim yazıyor...Kutuyu alıp yere fırlattı, ona aldığım saatler, yazdığım notlar, parfüm şişeleri, anahtarlıklar ve kurumuş güller... -Hastasın sen!-Senin için ölürüm ben...-Benden uzak dur! Şimdi polisi arayacağım!Galiba mecburdum artık. Yerde duran eşyalara baktım, eve... Her yer o kokuyordu... Elimi ağır ağır çantama attım ve silahımı çıkardım. Bi an göz göze geldik, elinde telefon vardı. -Bırak telefonu Oktay!-Sen, sen delirmişsin...Dudakları titriyordu, bana yalvarmasını istiyordum. Seni çok seviyorum, sadece seninleyim artık demesini. Dudaklarına bakıyordum, tek bir hareketiyle onu affedebilirdim. Hemen silahı atıp kollarına koşabilirdim. Ama beklediğim o umut hiç doğmadı. Onun o güzel dudaklarından nefret dışında tek kelime dökülmedi, çaresiz kalmıştım... Ağlıyordum, gözyaşlarımın arasında silahı ona doğrulttum. Demek Seda ile ölümü bile aynı silahtan olacaktı... Bu içimi acıtsa da, o anda onun canının yanmasını daha çok istedim ve yeniden sağ gözümü kısıp tam alnına hedef aldım... -Yapma, dedi çaresizce...-Seni seviyorum dedim sadece...Ve kurşun artık onun bedenindeydi... Seda'nın ölümünde duyduğum hazzın bin katı kadar acı çekiyordum. Başucuna oturdum ve bağırmaya başladım... Pişman değildim, o ölürken bile bana "seni seviyorum" diyememişti. Ondan nefret etmiyordum, onu çok seviyordum hala çok seviyordum. Kafası parçalanmış haldeyken bile aşıktım ona... O bize yazık ettti... Elinden düşen telefonu aldım elime, o dokunmuştu son kez buna. Polisi arayacağını söylemişti ama kıyamamıştı bana, aramamıştı elbet... Onun yarım bıraktığı işi ben tamamladım ve telefonun ucundaki polise evin adresini verdim. Sonra Oktay'ın ellerini tuttum ve onlar gelene kadar ona şarkı söyledim...
her "nefret ediyorum"da bir "seni seviyorum" gizlidir.
Bir şeye ihtiyacım var, birine ihtiyacım var. "sen hala unutmadın mı" demeyecek birine. sadece beni dinleyecek birine. sığamıyorum içime, kendime dar geliyo ruhum. nefes alamıyorum lan. ölüyorum, özlemekten ölüyorum. boğazımda bir şey var takılıp kaldı öylece. gittiğin günden beri orada duruyo. her güldüğümde daha sertleşiyo lan. ben buradayım diyor bana. "sus gülme!" diyor. gitmiyo lan gitmiyo, nefes almamı engelliyo. geçmiyo. Allah belasını versin dünyadaki tüm sevdaların. yansın lan hepsi kül olsun. anlıyo musun beni? anlayabiliyo musun? bunu yaşamak ne kadar zor hissedebiliyo musun? hissedemezsin. anlayamazsın anladın mı? kimse anlayamaz. kimse iyi gelemez lan. bıraktığın o lanet olası boşluğu kimse dolduramaz tamam mı? sen de öylece uzaktan bak sadece, yaşama lan öl sen duydun mu öl. ben gülerdim lan mutluydum aşk nedir bilmezdim tanımazdım oğlum! geldin de ne oldu? mutluluğumu mu çoğalttın sanki? aldın gittin lan. tüm hayallerimi tüm tebessümlerimi aldın gittin. mutlu musun lan? etrafındakilerle mutlu musun şimdi? geldin hayatımı altüst ettin gittin iyi misin lan? adını duyduğumda neden doluyor gözlerim? neden ben hala unuttum diyemiyorum? nasıl bir şeydin sen? ne yaptın bana lan ne yaptın? rüyalarımın Allah belasını versin. seni bana hatırlatan her şeyin Allah belasını versin. hiç bilmediğim yerlere gitmek istiyorum. alıp başımı uzaklaşmak. amaçsızca yaşamak. sadece nefes almak lan rahat olmak anladın mı iyi olmak! Nefret ediyorum senden de senli her şeyden de ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)