8 Nisan 2013 Pazartesi

Kurtuluş

Evet, ölümü ilk kez bu kadar yakınımda hissediyordum. Çok ömrüm kalmamıştı zaten onu da en sevdiğim şeyleri yaparak geçirmek istiyordum. Onlardan en ağır basanı Onun yanında olmak olsa da, bu asla gerçek olmayacaktı biliyordum. Ama gülümsüyordum acıma artık. Tedavi olmayı reddetmiştim, Onun da tüm ısrarlarına rağmen. İyi olmamı istiyordu elbet, hayatında olmamı istemese de. O kadar kötü biri olamamıştı hiçbir zaman. Hep iyi yürekliydi o... Tedaviyi en çok reddetmemin sebebi ise saçlarımdı. Kemoterapi, saçlarımı dökecekti. Onun o çok sevdiği saçlarım yerinde olmayacaktı. Ve bu bana katlanılmaz geliyordu. Sırf bu yüzden ölümü bu kadar yakınıma çağırmıştım. Verdiğim kilolar herkesin gözündeydi elbette, ama kimseye detay vermiyordum ben. O'na da söylemiyordum bu kadar kötü olduğumu, ağrılarım olduğunda sessizce ağlıyor, hiç isyan etmiyordum. Tedavi ile 5 yıla çıkarılıyordu yaşam süresi. Bense o kalan 4 yılımı tepmiş, birkaç ay içinde onu istemiştim. Zoruma gitmiyordu, benim gücüm yoktu. Aylardır öyle şeyler yaşıyordum ki, zaten oldukça yorulmuştum. Bir de bu acılara katlanamazdım. Bu yüzden böylesine huzura vermiştim kendimi... Onun gelmediği her gün ölmüştüm azar azar zaten, şimdi hepten kurtuluyordum işte Onsuzluktan...

Yoruldum...

Yoruldum uzun uzun cümleler kurmaktan, yüklemini yazarken öznesini unuttuğum cümleler bitirdi beni. Anlamlandıramıyorum artık hiçbir şeyi. Hayatımı bir kelimeye bağlamak istiyorum, tek bir kelimeyle yaşamak. Çevremdeki hiçbir insanı anlamamalıyım artık,kimseyle aynı dili konuşmamalıyım. Umrumda olmamalı kimse ve umrunda olmamalıyım kimsenin. Biraz daha "ben" olmalıyım. Yoruldum ifade etmekten kendimi. Kimseye "neden?" dememeliyim ve "çünkü" ile başlamamalı hiçbir cümlem. Susmalıyım artık, konuştuğumda kaybettiğim her şeye inat ve ölümüne yazmalıyım. Kalemimi hiç tüketmeden, bıkmadan yazmalıyım. Tek kelime ile konuşmalı, milyonlarcasını kalemimde tutmalıyım...

O Gittiğinde...

Bir gün biri gelir, mutluluğunu, sevgisini, sadakatini verir size. Her şeyi beraberinde getirir. Hiçbir şey yapmadan seyredersiniz. Öylece gelişini hayatınıza ve oturuşunu baş köşenize. Belki bazen engel olmayı da düşünürsünüz. Ama ya bu mümkün değildir o an ya da yalnızca düşünce olarak kaybolup gider benliğinizde. İstediğiniz pek çok şeyi yapamazsınız o varken. Ölümüne korkarsınız ona kapılmaktan, kendinize gem vurmayı istersiniz ama öyle bir şeydir ki yaşattığı sanki bu dünyanın sonu olurmuş gibi düşündürür size. Öyle güzeldir işte her şey, öyle mükemmel… Ondan önce yaşamadığınızı, gülmediğinizi, hayattan hiç tat alamadığınızı düşünürsünüz. Bunları size yapan hep O’dur. Öylesine safça inandırıp güvendiren, öylesine delice sevdiren. Hayatınıza bin kat daha anlam katan, yüzünüzdeki tebessümün tek sebebi. Hatta öyle ki bazen nefes alma sebebi… Sonra bir gün, geldiği gibi sessizce, size söyleyecek söz bırakmadan, içinizi acıta acıta, bağırmak istediğinizde susturarak, öldüresiye bir sebepsizlikle çekip gider. O hayatın nasıl devam edeceğini, sizin bir daha o hayatta nasıl yaşayacağınızı düşünmeden. İçi bir gram sızlamadan, arkasını dönüp gider. Ve siz ondan geriye kalanlarla nefes almaya çalışırsınız, hayatınız devam ettikçe çabalar durursunuz; ta ki en dibe vuruncaya dek…

4 Nisan 2013 Perşembe

Ebedi Uyku


20 yaşındaydım henüz, öylesine gençtim ki bu acılar için. Bu ağrılar, bu hastalık için. Önemsemiyordum, her zamanki karın ağrılarım deyip geçiştiriyordum çoğu zaman. Oysa normal değildi bu, tabii dışım öylesine mutlu öylesine umut doluydu ki konduramıyordu kimse bu durumu bana. Nihayet ağrılar dayanılmaz bir hal aldığında doktora gitmeye karar verdim. Hem çevremden gelen baskılara da dayanamıyordum artık. Yine o umursamaz tavrımla gittim hastaneye, ilk gün yalnızca muayene oldum ve birkaç test istendi. O güne yetişmediler, ertesi güne kaldı her şeyim. Yeniden buralara geleceğim için söylene söylene okula yöneldim. Arkadaşlarım sonuçları soruyordu hepsiyle dalga geçercesine cevaplar veriyordum. Ertesi gün, günlerden çarşambaydı. Öğlen uyanıp yeniden hastaneye yollandım. Testlerimi yaptırıp ultrasonumu çektirdikten sonra sonuçlar için beklemeye başladım. Kesinlikle bir şeyim olmadığından emindim. Bir saat içinde sonuçlarım çıktı ve kağıtları alıp doktorun odasına yöneldim. Kapısı çalıp içeri girdim, çok tatlı bayan bi doktor ilgilenmişti benimle. Ağrılarıma çözüm bulacağını söylemiş, açıkçası o da kötü bi şey olmadığından emin konuşmuştu. Kağıtları aldı ve birkaç dakika sessizce inceledi. Sonra suratında acı bir ifadeyle başını kaldırdı ve yaşımı sordu. Söylediğimde hafifçe gözleri doldu, ardından bekar olduğumu teyit etti. Anlam verememiştim elbette. Ve sonra bir test daha istediğini söyledi. Neden olduğunu sorduğumda emin olmak istediğini söyledi. Neyden bahsettiğini hiç anlamamıştım. Neden emin olmak istiyordu ki? Sorar gibi yüzüne baktım. Ayağa kalktı ve ağır adımlarla bana yaklaştı, masasının önündeki koltuğa oturmamı istedi ve o da karşıma oturdu.
-Bak güzelim, yumurtalıklarında kist varmış sanırım.
-Evet, ama vücudumun kendi kendine erittiğini söylemişlerdi.
-Sanırım tam öyle olmamış o, o kist şu an bi kitleye dönüşmüş ve pek iyi durumda görünmüyor.
-Nasıl yani?
-Ameliyat gerekebilir.
Hafifçe gülümsedim, daha önce yaşadığım bi durumdu.
-Olabilirim. dedim.
-Ama bi şey daha var.
-Neymiş o?
-Eğer ameliyat olursan...
-Evet?
-Ameliyat olursan, çocuk sahibi olamayabilirsin. Oysa sen daha çok genç, çok küçüksün. Yani önünde uzun yıllar var evlenip yuva kuracak evlat sahibi olacaksın.
-Tamam da, olmazsam ne olur onu söyleyin bana?
-Eğer ameliyat olmayı kabul etmezsen, bu kitle tam anlamıyla kansere dönüşecek ve seni günden güne eritecek...
İki damla gözyaşı süzüldü yanaklarıma. Nefesim düğümlenmişti. Konuşamıyordum, susamıyordum bile. Bağırmak istiyordum şu an, ama onu bile yapamıyordum.  Karşımdaki doktorun ifadesini anlatamazdım, oysa beni hiç tanımıyordu o.
-Ne yapmayı düşünüyorsun? diye sordu yeniden.
-Gitmek istiyorum. dedim ve odadan çıktım.
Kendimi zor attım dışarı, insanların hiçbirini duymuyordum, hepsi birer uğultu gibi geliyordu bana. Ağlaya ağlaya yürümeye başladım.  Ne yapacaktım ben şimdi? Nasıl bir karardı bu? Ya geleceğimden, evladımdan vazgeçecektim ya da hayatımdan. Telefonum aralıksız çalıyordu, eğer bir süre daha açmazsam kötü bir şey olmadığına inanmayacaklardı. Sesimi olabildiğince düzgün çıkarmaya çalışarak telefonu açtım.
-Canım ne oldu n'aptın, çıktı mı sonuçlar? diyordu telefondaki ses, bu en yakın arkadaşımdı.
-İyi canım iyi, merak etme. Şimdi çıktım doktorun yanından, ilaç verdi yok bi sıkıntım.
-Ohh, çok sevindim canım ya. Okula geleceksin değil mi?
-Geleceğim canım, derste görüşürüz.
Ve kapattım telefonu ardından. Daha fazla rol yapamazdım... Hıçkırarak ağlarken amaçsızca yürüyordum. Bir ara derin bir nefes alıp otobüse binmem gerektiğini düşündüm. Biraz bekledim ve gelen otobüse bindim. Dersim iki saat sonraydı bira toparlanıp öyle geçmeliydim okula. Sonra 'O' geldi aklıma. Belki de onu son kez görme isteğiyle yandı içim. Ölüme öyle yakın bulmuştum ki kendimi, hemen ona koşmak istedim... Tepkisi umurumda değildi. O beni aylar önce bırakıp gitmişti ve ben aylardır onun acısını çekiyordum. Görmeyeli de çok uzun zaman olmuştu. Adını zikretmiyordum ne zamandır evet, ama içim hala alev alevdi. Tek bir resmi, alakasız bir konuda geçen adı hatta bazen dolmuşta, yolda aldığım kokusu. Her şey yetebiliyordu onu hatırlamama. Daha fazla düşünmedim, ve onun evine en yakın yerde indim otobüsten. Ardından ağır ağır mahallesine girdim. Bu saatte evde olmama ihtimali oldukça yüksekti. Ne olursa olsun bunu deneyecektim. Apartmanın önüne geldikten sonra durdum, tekrar düşündüm. Bunu ona yapmaya ne hakkım vardı? Hiç sevmediği bir insana yalnızca hasta diye iyilik yapamazdı ya. Ona son kez sarılmak istemem daha ağır basıyordu oysa. Titreye titreye zile gitti sol elim. Ardından onun seni:
-Kim o?
Yutkundum ve sessizce kaldım, ben geldim diyemezdim. Sen kimsin derdi, ne derdim ben o halde? İkilemedi cümlesini. Kapıyı açtı, ağır ağır içeri girdim ve ardından karşı karşıya geldik. Öyle şaşkındı ki, kızgınlığını bile bastırmıştı. Başımı önüme eğdim hiçbir şey söylemeden duruyordum öylece.
-Ne oldu? dedi o ruhsuz ses tonuyla.
-Hiç, hiçbir şey dedim.
-İyi misin? diye sordu, halime bakıp.
-Değilim... Hiç iyi değilim. Ben seni son kez görmek için geldim.
-Bıktım senin son kezlerinden ben.
-Bu kez, istesem de tekrarı olmaz merak etme. Rahatsız ettiysem özür dilerim. Sadece seni görmek istedim ben. 
Ve ardından arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan seslendi ama dönmedim. Onu son görüşümdü işte her şey bitmişti. Koşa koşa oradan uzaklaştım. Ve saatlerce bi yerde oturup ağladım. Amaçsızca yürüdüm, acı çektim durdum. Kararımı vermiştim. Benim çocuklarımın babası o olmayacaksa, ben de aile falan kurmayacaktım. Kızgınlıkla değil, oldukça mantıkla verilmiş bi karardı. Hem onu kurtaracaktım kendimden, hem kendimi bu acılardan.  Telefonumu kapattım. Ameliyat falan olmayacaktım. Eve yöneldim. Anneme bi açıklama yapmam gerekiyordu. Olduğu gibi anlatamazdım elbette. Bitmek bilmeyen yol sonunda evdeydim. Anneme kısa bir açıklama yaptım, doktorun ilaç verdiğini iyi olduğumu falan söyledim. Kimseye bir şey söylemeyecektim. Sonra da yatıp sabaha kadar uyudum. Bu şekilde günler, haftalar, aylar geçirdim. Arkadaşlarıma hiçbir şey söylemiyordum, aileme de öyle. Gülümsemeye çalışıyor, iyi görünüyordum. Ancak günden güne fazlasıyla kilo kaybettim. Sorular bunalmıştım artık, herkes aşk acısı çektiğimi düşünüyordu. O'nun ise benden hiç haberi olmadı. Bir daha karşısına çıkmadım. Bir gece, ağrılarımın dayanılmaz olduğu bir gece ölümü yanı başımda hissettim. Ve oturup ona sayfalarca yazı yazdım. Her şeyi anlattım, içimi döktüm. Ve içimdeki o rahatlıkla, o boşlukla, o huzurla derin bir uykuya daldım. Bir daha uyanamayacağım o ebedi uykuya...

2 Nisan 2013 Salı

Şükür...

ölümcül bir hastalık gibi kanımda dolaşıyordu adın. her an ölümün kokusunu soğukluğunu hissediyordum. her an kapımı çalacakmış azrail, alıverecekmiş canımı gibi bekliyordum. parça parça oluşum, bu denli kırılışım daha ne kadar tutardı beni ayakta? daha ne kadar rol yaptırırdı? işte bunu anlamak için zamana değil yokluğuna ihtiyacım vardı. teşekkür ettim her saniye gidişine ve sana. varlığına da yokluğuna da şükürler olsun yar. adına da sana da binlerce şükür. beni her gün biraz daha azaltsa da, şikayet edemeyeceğim tek şeydir...